370
İ
LMİHAL
ler. Başka yerde oturanlar veya aynı yerde olduğu halde haberi olmayanla-
rın üç günden sonra tâziye yapmaları mümkün görülmüş ise de, aslolan
tâziye işinin üç gün içinde bitirilmesidir.
J) Iskat ve Devir
İbadetlerde ıskat, namaz, oruç, kurban, adak, kefâret gibi ibadet ve borç-
ları ifa etmeden vefat eden bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere
fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Fıkıhta daha çok namaz ve oruç borcunu
düşürme anlamına gelen ısk
a
t-ı salât ve ısk
a
t-ı savm terimleri kullanılır. Bu-
rada fidyeden maksat söz konusu ibadetlerin yerine geçmesi amacıyla yapılan
nakdî veya aynî ödemelerdir. Bu bağlamda ısk
a
t-ı salât, bir kimsenin sağlı-
ğında eda veya kazâ edemediği namaz borçlarını uhdesinden düşürebilmek
için ölümünden sonra fidye ödenmesi işlemini, devir de bu fidye ödemede
geliştirilen bir yöntemi ifade eder.
a) Iskat
Hz. Peygamber, sahâbe, tâbiîn ve tebeu’t-tâbiîn dönemlerinde yukarıdaki
anlamda ıskat söz konusu olmadığından, ısk
a
t-ı salât ve ısk
a
t-ı savm anla-
yış ve uygulamasının Kitap, Sünnet ve sahâbe fetvalarından delillendirilmesi
yerine, fıkhın gelişim seyri göz önünde tutularak ele alınması daha doğru
olacaktır. Öte yandan, ısk
a
t-ı salât telakki ve uygulaması hem teori hem de
tarihî seyir itibariyle ısk
a
t-ı savm fikrine dayandırıldığı için, öncelikli olarak
ısk
a
t-ı savm, sonra da ısk
a
t-ı salât hakkında bilgi verilmesi yerinde olur.
İbadetler ve bu nitelikteki kefâretler Allah hakkı grubunda yer aldığı için
kural olarak ıskat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin
niyeti ve ibadetin Allah rızâsı için yapılması ibadetin özünü, şekil şartları ise
maddî unsurunu teşkil edeceğinden, ibadetler ancak şâriin belirlediği sebep-
lere bağlı olarak ve O'nun emrettiği tarzda yerine getirilirse ifa edilmiş sayı-
lır. İbadetlerin dinin taabbüdî
(kulluğu ve teslimiyeti sembolleştiren)
hükümle-
rinin en başında yer almasının da anlamı budur.
Fıkıh kültüründe ibadetler; bedenî, malî, hem bedenî hem malî şeklinde
üçlü ayırıma tâbi tutulur ve her bir ibadetin mükellef tarafından zamanında,
bizzat ve ayrı ayrı ifa edilmesi gerektiği, her ibadetin kendine mahsus bir
sebebi ve gayesi olduğu, hiçbirinin diğerinin yerine geçmeyeceği önemle
vurgulanır. Aynı şekilde namaz, oruç gibi bedenî-şahsî ibadetlerin mükellef
adına bir başkası tarafından yerine getirilmesi de
(niyâbet)
câiz görülmemiş-
tir. İbadetlerin ifasıyla ilgili genel prensipler böyle olmakla birlikte şâri‘, dinde