N
AMAZ
375
deme geldiğinde sadece malî imkânı elverişli olan aileler ve mirasçılar vefat
eden yakınlarının yüksek meblağlar tutan fidye borcunu ödeme imkânı
bulmaktaydı. Bu ayırımın yol açtığı sıkıntı, hicrî IV. yüzyılın sonlarından
itibaren "devir" işleminin bulunması ve câiz görülmesiyle giderilmeye çalı-
şıldı. Devir, ıskat için fakirlere nakdî bedeli tamamen vermek yerine muay-
yen bir miktarı hibe edip tekrar hibe yoluyla ondan geri alma ve toplam borç
miktarına ulaşıncaya kadar bu hibe ve karşı hibe işlemini devam ettirme
usulünün adıdır. Böylece elde devredilen para ile devir sayısının çarpımıyla
elde edilen meblağın fidye olarak hibe edilmiş olacağı, neticede de ıskat için
gerekli fidyenin tamamen ödenmiş olacağı var sayılmaktadır.
Ölenin toplam fidye borcunun hesaplanmasında sadece ifa edemediği na-
maz ve oruç borçları için fidye verilmesi, kurban, adak ve kefâret türündeki
bilfiil ibadet borçlarının ödenmesi ile yetinilmeyip ihtiyaten ölenin bulûğdan
vefatına kadar devam eden döneme ait bütün bedenî ibadetleri ve Allah hakkı
grubundaki bütün dinî mükellefiyetleri göz önünde bulundurulup bunlar fidye
ile ıskat edilmek istenir. Bu yaklaşım ve arzu, haliyle ödenecek meblâğı yük-
seltmekte ve devri âdeta kaçınılmaz kılmaktadır. Öte yandan, devir usulüyle
önemli bir ödeme kolaylığı getirilmiş olması da böyle bir talebi ve hesaplama
yöntemini teşvik etmektedir. İşlemin sonunda arada devrolunan miktar fakir-
lere verilir ve böylece toplam borç miktarı kadar para fidye olarak dağıtılmış
sayılır. Zekât ödeme dahil diğer malî mükellefiyetlerin ifasında câiz olmayacağı
açıkça belirtilen bu işleme belli bir dönemden sonra bazı fakihlerin ısk
a
t-ı
savm ve salâtta istisnaî olarak cevaz vermeye başladığı, sorulan fetvalar ve
verilen cevaplar dikkatlice incelendiğinde, onların bu yönelişinin temelinde,
herhangi bir şer‘î delilden ziyade ümit, ihtiyat ve temenniye dayalı bir iyim-
serliğin, âdet baskısının ve bazan menfaat beklentisinin yattığı görülür.
Öte yandan, bedenî ibadetlerde aslolan fakirle zenginin eşit olmasıdır.
Ölenin namaz ve oruç borcunu fidye ödeyerek ıskat etme bir imkân ise bu
imkânı, yakınlarının ibadet borçları için fidye verme arzusu içinde olan fakat
malî durumları buna elvermeyen fakir ailelere de tanımak ve böylece bedenî
ibadetlerde mükellefiyet ve ifa imkânı yönüyle eşitlik ilkesini korumak gere-
kir. Bu düşünce de devir işleminin câiz görülmesinde önemli bir âmil ol-
muştur. Bu fakihler, devir usulüne, vasiyet edilen miktarın
(ki bu miktar
terekenin kural olarak üçte birini geçemez)
toplam fidye borcunu ödemeye
yetmemesi durumunda başvurulabileceğini belirtmiş ve devirin, daha fazla
harcama yapmak istemeyen zenginler için bir hile kapısı olmayıp fidye bor-
cunu başka türlü ödeme imkânı bulunmayanlar için zayıf bir ümide de da-
yansa âdeta son çare olduğunu vurgulamak istemişlerdir. Bu fakihlerin