Background Image
Table of Contents Table of Contents
Previous Page  160 / 166 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 160 / 166 Next Page
Page Background

374

İ

LMİHAL

yönde vasiyetinin bulunması ve bıraktığı malın üçte birinin buna yeterli

olması kaydıyla söz konusu edilir. Ortada böyle bir vasiyet veya mal yok-

ken mirasçılar kendiliklerinden böyle bir çabaya girmişlerse, ölenin, ibadeti-

nin bu şekilde olsun telâfisine yönelik bir niyet ve ihtiyarı bulunmadığı için

namaz borcunun fidye ile sâkıt olması temennisinin daha da şüpheli ve

zayıf hale geldiği, belki sadece fakirlere fidye olarak dağıtılan para sebebiyle

bir hayır ve tasadduktan söz edilebileceği dile getirilir.

Şâfiî mezhebinde ağırlıklı görüş, namaz borcuyla veya itikâf adak borcuyla

ölen kimsenin yakınlarının ölen adına bu ibadetleri ifa etmesinin de, fidye

vererek bu borçları düşürmesinin de câiz olmadığı yönündedir. Bununla bir-

likte orta ve ileri dönem Şâfiî literatüründe, İmam Şâfiî'nin oruç borcuyla ilgili

görüşünden yola çıkılarak yakınlarının ölen adına bu iki ibadeti ifa edebileceği,

yine tahrîc usulü işletilerek ölenin namaz ve itikâf borcu için fidye verilebile-

ceği görüşleri dile getirilir. Ancak bunun, VIII. yüzyıl Şâfiî fakihlerinden Süb-

kî'nin de yaptığı gibi istisnaî ve biraz da Hanefîler'i takliden gidilebilecek bir

çözüm olduğu belirtilerek mezhepte tercih edilen görüşün bu olmadığı vurgu-

lanmak istenir.

İfa edilemeyen ibadetler için mükellefin vefatından sonra fidye ödenmesinin

cevazı ve borcu düşürücü olup olmadığı tartışması, bedenî ibadet olmaları sebe-

biyle namaz ve oruç üzerinde odaklaşır. Mükellefin sağlığında iken ifa etmediği

kurban, adak, malî kefâret veya zekât gibi ibadetlerin vefatından sonra vasiye-

tine bağlı olarak hatta mirasçılar tarafından kendiliğinden malî ödeme ile telâfi

edilmesi, hem iki ifa arasında cins birliğinin bulunması hem de bu tür ibadetlere

üçüncü şahısların haklarının taalluk etmesi ve malî ibadetlerde niyâbetin kural

olarak câiz olması sebebiyle daha anlamlıdır. Bu ödemelerin, mükellef tarafından

bizzat yerine getirilmeyişi ve niyetin bulunmayışı sebebiyle ibadet niteliği tartış-

malı olsa bile en azından üçüncü şahısların (fakirlerin) haklarını ıskat edebileceği

savunulabilir. Öte yandan fidye, kefâret orucu gibi başka bir ihlâlden doğan ve

seçimlik bir ceza olarak tutulması gereken oruçlarda değil de ramazan orucu gibi

bizâtihî asıl olan oruçta gündeme getirilir.

b) Devir

Isk

a

t-ı savm ve salâtın kıyaslama, ilhak ve temenni tarzında da olsa

tartışmaya açılması ve ölenin bütün ibadet borçlarının fidye ile ıskat edilebi-

leceği düşüncesinin kamu oyuna aksetmesi, bu yönde bir uygulamanın

hızla yaygınlaşmasının bir âmili olduğu gibi, bu imkân bedenî ibadet yü-

kümlülüğü açısından zengin ve fakir arasında bir ayırım yaptığı için ayrı bir

tartışmayı da başlatmış oldu. Çünkü söz konusu anlayış ve uygulama gün-