

242
İ
LMİHAL
Kıraat konusundaki bu kurallar, Hanefî mezhebinde, imam olan için ve
tek başına kılan için söz konusudur. İmama uyan kişinin kıraat yükümlü-
lüğü yoktur; kılınan namaz açıktan
(cehrî, âşikâre)
okunan namaz ise imamı
dinler, değilse susar.
Diğer üç mezhepte ise kıraatin asgari miktarı her rek‘atta Fâtiha sûresi-
nin okunmasıdır. İlk iki rek‘atta Fâtiha'dan sonra Kur'an'dan bir sûre veya
birkaç âyet daha okumak
(zamm-ı sûre)
sünnettir. Bu mezheplerde kıraat,
imam ve yalnız başına kılan için olduğu gibi imama uyan için de geçerlidir.
Şu var ki imama uyan kişi, sessiz namazda Fâtiha'yı ve ardından eklenecek
bir sûreyi, sesli namazda ise Şâfiîler'e göre sadece Fâtiha'yı okur; Mâlikî ve
Hanbelîler'e göre bir şey okumayıp sadece dinler. Ahmed b. Hanbel'e göre,
tercihen hem dinlemeli, hem de imam ara verdiğinde okumalıdır.
Besmele Şâfiî mezhebine göre Fâtiha sûresinden bir âyet olduğu için,
besmelenin okunması da kıraat vecîbesinin bir parçasıdır, yani namazın
farzlarındandır.
aa) Kur'an Meâliyle Kıraat
Fakihlerin namazda kıraat rüknünü diğer rükünlerden daha hafif tut-
tuğu, bunun yerine getirilmesinde âzami kolaylıklar gösterdiği, hatta bazan
-imama uyan kimsede olduğu gibi- bunu aramadığı görülür. Bunun için de
kıraat rüknünün ifası için bir âyetin okunması yeterli görülmüş, böylece
Arapça bilmeyenlerin veya telaffuzda zorlananların da yerine getirebileceği
ortalama bir ölçü konulmuştur. On dört asırlık İslâm geleneği içinde,
namazda kıraatın ana dille olması taleplerinin ve bunu konu olan tar-
tışmaların ciddi ölçekte gündeme gelmeyişi de bu kolaylıktan kaynaklan-
maktadır.
Kıraatin namazda farz olması, Kur'an'ın tanımında mâna ve lafız ayırı-
mını veya böyle bir ayırımın yapılıp yapılamayacağını da gündeme getir-
miştir. Fakihlerin çoğunluğu böyle bir ayırıma gerek görmezken Ebû Hanî-
fe'nin Kur'an tanımında mânaya öncelik verdiği, lafzı da bu anlamın kalıp-
ları olarak gördüğü bilinmektedir. Ancak bu tartışma namazdaki kıraat rük-
nünün ifa şekline ilişkin olup, bütün fakihlere ve İslâm bilginlerine göre
-ibadetin biçimi haricinde-, Kur'an'ın anlamının öncelikli olduğu, onu oku-
maktan ziyade anlamanın ve içeriğiyle ilgili tefekkürün ana gayeyi teşkil
ettiği kuşkusuzdur.